Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Wilander'in sırrı burada

Eurosport
TarafındanEurosport

Yayınlandı 02/02/2012 - 10:14 GMT+2

Eurosport Türkiye ekibinden Emre Yazıcıol, Caner Eler ve Ali Kırçıl, İsveçli tenis efsanesi ve Eurosport yorumcusu Mats Wilander ile bir söyleşi yaptı.

0119 - ITV Mats Wilander

Görsel kaynağı: Eurosport

Emre Yazıcıol: Biliyorum daha önce bu soru size çok defalar soruldu ama ben yine de soracağım. Çimde Grand Slam kazanmayı başardığınız halde Wimbledon’ı neden kazanamadınız? ( Mats, Avustralya Açık henüz çimde oynanırken, Melbourne’de 83 ve 84’te arka arkaya 2 kez şampiyonluk yaşamıştı.)
Mats Wilander: Aslında iki tane kazandım. Yalnız Wimbledon, Fransa Açık’a çok yakındı. Ve benim gibi bir geri çizgi oyuncusu için servis-voleye alışmak zaman alan bir şeydi. Çünkü benim zamanımda çimde servis –vole oynamak durumundaydınız, daima. Ve sadece 10 günün ardından, servis-vole oynarken kendimi rahat hissetmem mümkün olmuyordu. Ama mesela Avustralya Açık öncesi, 1-1.5 aylık bir antrenman imkanınız vardı. Benim için temel fark buydu sanırım.
EY: Buna bağlı olarak, sizce Roland Garros ve Wimbledon arasındaki süre uzatılabilir mi? Wimbledon öncesi daha fazla çim kort turnuvası olmasına nasıl bakıyorsunuz? Çünkü diğer bir taraftan düşünüldüğünde de, şu andaki durum servis-voleciler için hafif adaletsiz.
MW: Tenis evreni biraz adaletsiz. Eğer öyle olmasaydı her finalde Federer ve Nadal’ı görmemiz gerekirdi. Durum bu ve değişebileceğini pek sanmıyorum. Çimdeki en iyi oyuncunun kim olduğuna dair bir mücadele olması gerekmiyor. Asıl nokta, topraktan çime hangi oyuncu en kısa sürede geçişi yapabiliyor, bu geçişi yaparken kendinden emin kalabiliyor. Arkasından ilk hafta çimde, ikinci hafta çoraklaşmış zeminde maç kazanabiliyor. Takvimin çok zor bir dönemi elbette. Ama birbirine bu kadar yakın iki slamin olması tenis için çok önemli. 1.5 ay boyunca tüm dünya tenis konuşuyor. Ve işte o 1.5 aylık dönem sayesinde sizler ve ben ekmeğimizi kazanıyoruz.

EY: Favori slaminiz hangisi?
MW: Bir yorumcu olarak Roland Garros çünkü toprak oyunu çok ilginç. Bir seyirci olarak Avustralya Açık çünkü neredeyse tüm kortlar çok konforlu ve maç seyretmek kolay. Avustralyalılar çok güleryüzlü, bir taraftan güneş parlıyor. Bir oyuncu olarak ise durum biraz karışık; başta Roland Garros favorimdi. Sert kortta nasıl oynanacağını öğrendikten sonra Amerika Açık favorim haline geldi. Avustralya Açık ise hep çok farklıydı çünkü yaklaşık iki aylığına evinizden ayrılıyorsunuz, bu ilginçti.
EY: Avustralya’nın kendine özgü sıcağıyla beraber gelen o mücadeleye ne demeli peki?
MW: Benim için ne rüzgarda ne sıcakta oynamak çok büyük problemdi.
EY: Bunu söylemeniz ilginç değil mi, çünkü İsveç gibi soğuk bir ülkeden geliyorsunuz.
MW: Çok ilgili olduğunu düşünmüyorum. Daha ziyade genetiğiniz önemli rol oynuyor. Bir de tabii, cephaneliğinizde neler var ve onları nasıl kullanıyorsunuz. Yoruldunuz mu? O zaman farklı bir şeyler denersiniz. Asla yorgunluktan bayılacak kadar oynamayacaksınız. Eğer öyle yapmıyorsanız, şaşırmışsınız demektir. Bir bakın, kimse o raddeye gelmiyor artık. Nadal yoruluyor mu? Federer ya da? Yani demek istediğim şu, çok mu sıcak? O zaman kendinize “ Normaldeki gibi oynayamam, puanları kısaltmalıyım.” demelisiniz. Ya da rakibin yorulduğunu hissettiyseniz, onun bu durumuna göre oynamalısınız. Bir de şu var, her gün %100 ile oynama şansınız yok. Bunu kabullenip, o gün elinizde ne varsa ona göre plan yapmak zorundasınız.
EY: Oyunculuk günlerinizde de böyle miydiniz, sürekli analiz yapar mıydınız yani?
MW: Elbette.
EY: Günümüzde oyuncuların bu kadar analitik düşündüklerini söylemek zor. Özellikle de kadınların.
MW: Benim zamanımda kadınların oyunu biraz daha çok yönlüydü. Bir de, her oyuncuya karşı yapmanız gereken şeyler belliydi. Bugün kullanılan raketler çok güçlü. Ve kadınlar iyi vuruşları çıkaracak kadar hızlı değil. Erkekler ise hızlı ve dolayısıyla taktikler çok öne çıkıyor. Kadınlar tenisi daha ziyade hedef odaklı demek mümkün.

EY: Erkekler tenisi çok sağlıklı bir durumdaymış gibi gözüküyor ama kadınlar tenisinde bir takım sorunlar var. Wozniacki ve Radwanska gibi sadece topu oyunda tutmaya yönelik oynayan oyuncular arkadan gelenler için çok iyi bir örnek olabilir mi? Azarenka ve Kvitova gibi daha çok yönlü olmaya çalışan oyuncular da var elbette. Kadınlar tenisinde geleceği nasıl görüyorsunuz?
MW: Kadınlar tenisindeki en heyecan verici nokta kazanacak oyuncuyu tahmin etmenin çok güç olması. Bu bir taraftan iyi, bir taraftan kötü. Şöyle söyleyeyim, 2011 Amerika Açık finalinin ilk 10 dakikasını, bu işten biraz anlayan 100 kişiye izlettiğinizde neredeyse tamamı size Djokovic’in o maçı kazanacağını söylerdi. 2010 finalinde, Djokovic’in Nadal’ı yenmesinin imkansız olduğu çok açıktı. 2011 Roland Garros finalinde, Djokovic’i yendikten sonra Nadal ile oynayacak olan Federer’in kazanma şansı neydi? Sıfır. Kadınlar tenisi, sebepler ne olursa olsun, çok heyecan verici çünkü kimin çökeceğini, kimin iyi kimin kötü oynayacağını, kimin neden kaybedeceğini bilemiyorsunuz. Bence kadınlar tenisi her zaman erkekler tenisinin bir adım gerisinde olacak çünkü daha az bir derinlik mevcut. Wozniacki çok önemli bir figür çünkü topa o kadar da güçlü vurmuyor. Bunun yerine, bacaklarını ve beynini kullanıyor. Ve kaçırmıyor. Hingis zirvedeyken bir anda Willliamslar geldi ve herkes onlar gibi oynamaya başladı. Belki de, yeni yetişen kızlar bir parça Wozniacki gibi oynamaya çalışacaklar ve aynı zamanda çok da güçlü olacaklar. Bir de Kvitova var. Onun oyununu kiminkine benzetmek mümkün, bilmiyorum mesela. Daha önce onun gibi oynayan bir oyuncuyu görmedim. Yani artık kadınlar biraz daha hissettikleri gibi oynamaya başladılar, kendilerine dikte edilen şekilden ziyade. Bence ileride en büyük fark bu olacak.
Caner Eler: Birkaç jenerasyonla beraber oynadınız. Şimdiki jenerasyonun, yani Federer – Nadal- Djokovic üçlüsünün zirve olduğu ve arkadan gelen oyuncuların bu seviyeyi daha ileriye taşıyamayacaklarından bahsediliyor.
MW: Djokovic-Federer-Nadal üç muhteşem yetenek. Hepsi de bulundukları yere gelebilmek için çok çalıştılar. Birbirlerini de limitlerine kadar zorluyorlar ki bu müthiş. Ama aynı zamanda ilk 10’un geri kalanına da bakmak zorundayız. Bu acaba tarihin en kötü ilk 10’u mu, çünkü sadece üç kazanan var. Geri kalanlar kazanan sınıfına girmiyor. 80’lerde, herhangi bir zeminde herhangi bir zamanda kazanabilecek 7-8 oyuncu vardı. Arkadan gelenler bu üçlüyü yakalayabilirler, evet. TV’de Tiger Woods’u izleyen çocuk dışarı çıkıp onun yaptığını yapmaya çalışıyor. Tenis oynayan çocuklar Djokovic’i izleyip onu kopya ediyorlar. Ve gün gelip de onunla karşılaştıklarında Nadal’ın Federer’e yaptığını yapabilirler; “ Hey, bence sen çok büyüksün ama bu bana çok bir şey ifade etmiyor, 15 yaşından beri kafamın içinde seninle oynuyorum zaten!” Unutulmaması gereken bir başka husus da, bu oyuncuların kim olacağını 18 yaşında bilmemizin artık mümkün olmadığı. En iyi juniorlar en iyi oyuncular olmuyor çünkü, hatta alakasız bile diyebilirim.

EY: Arkadan gelen oyuncular içersinde sizi en çok heyecanlandıran hangisi?
MW: Milos Raonic. Oyunu değil tam olarak belki ama yaptıkları heyecan verici. Fiziksel ve mental olarak çok güçlü ve kimseyi çok fazla takmıyor. Herkese karşı kendi oyununu oynamaya çalışıyor. Bence iyi bir oyuncu olabilir. Onun dışında, tam emin değilim. Bernard Tomic olabilir.
EY: Ryan Harrison?
MW: Ryan Harrison iyi bir oyuncu. Çok mücadeleci. Tipik bir Amerikalı. Andy Roddick çok önemli bir figürdü çünkü tenisi Amerika’da halka indiren isim oldu ama oyunu yeteri kadar iyi değildi maalesef. Harrison da giderek daha fazla Roddick’e benzer bir oyun oynuyor. Ve günümüzde, bu oyun yeterli değil.
EY: Grigor Dimitrov için ne söylersiniz?
MW: Çok yetenekli. Gerçi, çok yetenekli mi emin değilim, Roger Federer’i taklit ettiği için öyle gözüküyor da olabilir. Böyle bir oyuncuyu gördüğümde kadınlar tenisi aklıma geliyor. Kendilerine dikte edilen oyunu oynamalar yani. Dimitrov da televizyonda gördüğü oyunu oynamaya çalışıyor ve Federer’i taklit ediyor. Bunda da çok başarılı. Tamam Federer’in oyununu oynuyor da, acaba Federer gibi düşünebiliyor mu? Çok kafa karışıtırıcı benim için. Ve onun kendisi için de sanırım. Bir vuruşu yaparken, “ Bunu yapıyorum ama Federer acaba böyle mi yapardı?” diye düşünmek… Erkek tenisinde başarılı olmak için kocaman bir yüreğe ve kocaman bir beyne sahip olmanız gerekli.
EY: İsveç tenisi için neler düşünüyorsunuz? Daha önce sizle beraber Borg ve Edberg gibi efsaneler de çıkaran bir ekol bugün o kadar da üretken değil.
MW: Daha önce çok dar bir tenis evreni vardı. Avustralyalılar, Amerikalılar… Çekler dışında Doğu Avrupa’dan oyuncu çıkmıyordu. İspanyollar’ın Santana ve Orantes dışında oyuncusu yoktu neredeyse. Şimdi rekabet çok daha yoğun. İsveç küçük bir ülke. Erkekler hâlâ iyi işler yapıyor bir ölçüde. Kadınlarımız ise belki de fazla güzel ve spora çok fazla yönelmiyorlar.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam